İçerik: Bir yanda disiplinin erken dönemlerinde kültürel bakımdan ilkel atfedilen toplumsal unsurların iktidar, güç ve çatışma ilişkileriyle bağlantısını kurup antropolojiyi daima şimdi ve burada kılan veçhesi; diğer yanda ise politik iklimdeki çatlakların izini sürerek direnişin ve başka yaşamların olanaklarını araştıran yüzü ile politik antropoloji, toplumsal dönüşüm ve pratiklere tüm pürüzleriyle birlikte yaklaşma gayesiyle sosyal bilimlerdeki mühim yerini korumaktadır.
İşte bu yüzden, 8-14 Ağustos tarihleri arasında Şirince'de gerçekleştireceğimiz Politik Antropoloji kampında bu disiplinin güncel siyasi bağlamlar ile kurduğu ilişkilere eğileceğimiz bir hafta geçirmek niyetindeyiz. Bu hafta boyunca, bir yandan toplumsal değişime eşlik eden kültürel dinamiklere odaklanırken, diğer yandan politik iktidarın kültürel kodların oluşumundaki rolünü anlamaya çalışacağız.
Antropolojinin güncel tartışmalarından metodolojik çıkmazlarına dek geniş bir yelpazede ele alacağımız bu kampın konuları: Politik antropolojinin mahiyetini kuir ve trans bir perspektif üzerinden ele alan saha çalışmalarının yanı sıra, hukuk antropolojisi çerçevesinde şekillenen sömürgeci afazi ve hafıza soruşturmalarını içerecektir. Zaman algısı, olay ve hafıza gibi kavramları tartışmaya açacağımız, "kutsal" etrafında şekillenen din antropolojisinin teolojik-politik içerimlerini sorgulayacağımız kampımıza hepiniz davetlisiniz. Bu kampta bize eşlik edecek olan hocalarımız: Aslı Zengin, Ayhan Yalçınkaya, C. Nadia Seremetakis, Elif İrem Az, Özgür Sevgi Göral ve Zeynep Demirkol olacaktır.
Yer: Kayserkaya Dağ Evleri, Şirince
Tarih: 8-14 Ağustos 2024
Eğitmenler: Aslı Zengin, Ayhan Yalçınkaya, C. Nadia Seremetakis, Elif İrem Az, Özgür Sevgi Göral, Zeynep Demirkol
Detaylı bilgi için:
Zeynep Demirkol +90 538 540 1921 (Yalnızca Whatsapp) zydemirkol@gocebedusunce.org
Nehir Evin +90 539 708 5249 nehirevin7@gmail.com
Ömer Araydın +90 543 625 5906 omer.araydin@bilgiedu.net
*Bu programa kayıt olduğunuz takdirde aynı hafta gerçekleşecek Antroposen ya da Kapitalosen: Yeni İklimler ile Sanat Tarihi kamplarının derslerine de katılabilirsiniz. Program hakkında detaylı bilgiye bu linkten ulaşabilirsiniz.
Aslı Zengin
Politik Antropolojiye Kuir ve Trans Yaklaşımlar
Devlet yapısını ve iktidarını, aile rejimini, kentsel dönüşümü ve siyasal hayatın örgütlenme biçimlerini kuir ve trans hayatlara odaklanarak nasıl anlayabiliriz? Kuir ve trans bir perspektif biyopolitika, nekropolitika, neoliberalizm ve yükselen faşizme dair bizlere nasıl yeni analitik çerçeveler sunar? Bu seminer kuir ve transların gündelik cisheteronormatif şiddeti nasıl yaratıcı bir şekilde müzakere ettiklerinin ve buna nasıl direndiklerinin izini sürerek, devlet yapısı ve iktidarı, güvenlikleştirme ve gözetim, aile ve akrabalık, kentsel coğrafya ve siyasi yaşam üzerine yeni perspektifler sunuyor. Translar tüm bu yapı ve dinamikler tarafından çeşitli şiddet ve dışlanma mekanizmalarına maruz kalırken, aynı zamanda onları aktif bir şekilde değiştirip dönüştürüyorlar. Bu seminer şiddet ve yakınlığın birlikte kurucu olduğu bu iç içe geçmiş gündelik trans dünyasını kuramsallaştırmak için yeni bir kavram olan “şedit yakınlıklar”ı öneriyor. Böylece translığın, şiddet ve yakınlık kavramlarını ve aralarındaki ilişkiyi teorik olarak nasıl yeniden düşünebileceğimizi gösteriyor. Şedit yakınlıkların, neoliberal yönetimsellik, biyopolitik ve nekropolitik düzen ve toplumsal farklılığın otoriter yönetimi ile iç içe geçmiş cisheteronormatif bir toplumsal düzenin bağ dokusu olarak nasıl işlediğini tartışıyor.
Ayhan Yalçınkaya: Kutsal, Politika ve Din: Alevilik Örneği
Fenerbahçe futbol takımının (ya da Galatasaray, Beşiktaş vb.) bir anda bir KHK ile tümüyle kapatıldığını ve hatta, Fenerbahçe’yi temsil eden renklerde giysi, aksesuar vb. üretiminin, giyilmesinin ve takılmasının ağır cezalık suç haline getirildiğini düşünelim. Nihayet, ilgili KHK tarihinde doğmuş ve Fenerbahçe futbol klübünün adını bile duymamış olanların yirmili yaşlarını sürdüğünü varsayalım. Fenerbahçe’nin olmadığı öylesi bir ortamda Fenerbahçelilik olur muydu? Buna “hayır” yanıtını vermekte acele edilmemeli. Ne de olsa Mustafa Kemal Atatürk’ün biyolojik ölümünün üstünden 80 yıldan fazla bir zaman geçmesine karşın hala bir Atatürkçülükten söz edebiliyoruz. Kaynak olduğu düşünülen asli varlık formları ortadan kalkmış olsa bile, yine de Fenerbahçelilik ya da Atatürkçülükten söz etmemizi mümkün kılan nedir peki? Bu ikisinin ortak keseni nedir, bizi düşünmeye sevk eden? “Herhangi bir toplum yoktur ki dini olmadan, toplum olarak varlığından söz edebilelim” gibi bir cümleyi çoğumuz duymuş olabiliriz. Bu cümle gereği, toplumları (ya da daha geniş bir alanı kapsamak adına toplulukları, birlikte yaşam olanağını diyelim) mümkün kılan şeyin, ortaklaşalığı mümkün kılmasıyla din olduğu sıklıkla ileri sürülür ve genellikle de pek sorgulanmadan veri sayılır. Bunu sorgulamaya kalktığını ileri süren kimi yaklaşımlar da çoğunlukla birlikte yaşamayı mümkün kılan ortaklaşmanın her unsurunu dinin hanesine yazmaktan, yani yukarıdaki iddiayı temellendirme girişiminden öteye geçmez. Birlikte yaşamaktan, ortaklaşmadan, gruplardan, topluluklardan, nihayet toplumlar ya da günümüzde uluslardan söz ediyorsak öncelikle yatay eksende politikadan söz ettiğimiz su götürmez. Bu haliyle de dinden söz etmek aynı zamanda ve özel olarak ayrıca politikadan söz etmenin farklı bir biçiminden gayrı değildir. Bu da bir anlamda politikanın –giderek kaybettiğini düşünebileceğimiz onurunun- önem ve yerinin iadesi sayılabilirse de esasen dinin ululanmasından, giderek kendisini kendisinden beslendiği gövdenin yerine geçirmeyi başarmış, politikanın bir paraziti olarak dinin yüceltilmesinden öteye gitmeyebilir. Din ve politika arasındaki bu ilişki kolayca onları ortak bir terimde buluşturmamızı mümkün kılar; kutsal terimi. Her ikisi de gücünü bu terimin içerimlerinden, onların seferber ediliş biçimlerinden alıyor gibi görünmektedir. Hatta teokratik modellerde görüldüğü gibi, kimileyin kutsal, din ve devletin arakesitinde ya da yol çatında karşımıza çıkabilir. Ancak biraz daha dikkatli bir bakış başka bir şeyi fark etmemizi belki de mümkün kılacaktır. Hangi bağlamda ya da düzlemde konumlandırırsak konumlandıralım, kutsal olmaksızın din bir hiçtir; bir boş gösteren bile değildir; kocaman bir boşluk ya da yokluktur. Kutsal yoksa dinden söz etme olanağı da yoktur. Ancak din olmasa da kutsal orada hazır ve nazırdır. Bu anlamda din ile kutsal arasında özsel olduğu varsayılan ilişki ancak din için geçerliyken kutsal için geçersizdir. Dahası, kutsalın varlığı her zaman birlikte yaşamayı, ortaklaşmacılığı mümkün kılmasıyla politik bir var oluştur da. Bu yüzdendir ki din, din olarak varlığını ancak politikanın ya da kutsalın bir asalağı olarak gösterir ve sürdürebilir. Kutsal her zaman bir sınıflandırma, ayırma, farklılaştırma, işaretleme, dışarı atma dinamiği olarak tikeli tikelden, canı candan, teni tenden koparıp köprüleri yakarak Bir olana hizmet eder. Kavramı gereği eşitlikçidir ama bir kere ele geçirildi mi, bu eşitlik aynı zamanda eşitsizliği mümkün kılan asli aparata dönüşür ki bunun da zaten politik olduğu tartışılmaz. İşte bu bir günlük tartışma boyunca bu ve benzeri patikaları Alevilik örneği üzerinden de işaretlemeye çalışarak din, politika ve kutsal arasındaki ilişkileri tartışmayı deneyeceğiz.
C. Nadia Seremetakis: Anthropology is Politics.
(Bu dersimiz çevrimiçi katılımla ve İngilizce gerçekleşecektir.)
Elif İrem Az: Olay ve Süreç, Kaza ve Yavaş Şiddet: Politik Antropolojide Dünden Bugüne
19. yüzyılda evrimsel antropoloji ile başlayan, 20. yüzyılda ise etnografik araştırma yönteminin geliştirilmesi ile birlikte sosyal ve kültürel alanlara açılan Antropoloji disiplini, sömürgeci Avrupa devletlerinin, toprağını işgal ettikleri ve kaynaklarını sömürdükleri toplumları daha iyi anlamak ve daha verimli biçimde sömürmek için kullandığı ve desteklediği bir disiplin olarak 20. yüzyılın başında yeniden doğmuştur. 1970’lerden bugüne ise, sömürgecilik karşıtı devrimci özgürlük mücadelelerinin etkisiyle, disiplin içinde derinden bir eleştiri akımı yaşanmış, özellikle Sosyal ve Kültürel Antropoloji alanları köklü biçimde dönüşmüştür. Bu derste belli kavramlara odaklanarak bu politik ve analitik dönüşüme bakacağız.
Pierre Clastres’ın 1974 tarihli Devlete Karşı Toplum: Politik Antropoloji Denemeleri kitabı üzerinden, Clastres’ın devlet, toplum, süreç, olay, örüntü ve istisna kavramlarının (analiz birimlerinin) içini nasıl doldurduğuna; Clastres’ın analizinin, sömürgeci, emperyalist ve beyaz üstünlükçü tarihsel süreçlerden nasıl beslendiğine ve aynı süreçleri nasıl beslediğine bakarak başlayacağız.
Dersin ikinci kısmına, kapitalist ve emperyalist süreçlerin hem parçası hem sonucu olan ekolojik, insani ve varoluşsal olay ve süreçleri ‘kriz’ olarak yorumlayan ideolojik ve kavramsal anlayışları tartışarak devam edeceğiz. Bu ideolojik yaklaşımların, iklim krizi tartışmalarının da etkisiyle son yirmi yılda yarattığı yeni kavram setlerine bakacağız. Bu kavramların kapitalizme ve ekolojik felaketlere dair zaman algımızı nasıl şekillendirdiğini/yönlendirdiğini anlamaya çalışacağız. Bunu yaparken yakın Türkiye tarihindeki ‘doğal felaket-endüstriyel felaket’ ikiliğinin işe yaramazlığını ortaya koyan felaketleri, iş kazalarını ve genel anlamda politik-ekonomik katliamların 2000’ler sonrası Türkiye’de ne anlama geldiğini konuşacağız. Dersin bu ikinci kısmında, Lauren Berlant’ın Zalim İyimserlik kitabında, Rob Nixon’ın Yavaş Şiddet ve Yoksulların Çevreciliği kitabında, Elizabeth A. Povinelli’nin Jeontolojiler: Geç Liberalizme Bir Ağıt ve Gaia ile Yeryüzü Arasında: Varoluşa Dair Dört Temel Önerme ve Geç Liberalizmin Atalardan Kalma Felaketi adlı kitaplarında ve Korkut Boratav’ın Türkiye’nin yakın dönem iktisat tarihi hakkındaki eserlerinde kullandığı kavram setlerinden faydalanacağız.
Özgür Sevgi Göral: Sömürgeci afazi ve hukuk antropolojisiyle hafıza sahasına bakmak
Bu derste, sömürgeci afazi kavramını tartışacağız. Hafıza sahası dediğimiz alan çelişkili, çatışmalı, farklı ittifakların ve farklı çekişmelerin eş zamanlı olarak yaşandığı bir mekân-zamana işaret ediyor. Bu sahayı, tarihsel ve politik güzergahlarıyla birlikte düşüneceğiz. Türkiye hafıza sahasının, geçmişin işlenme biçimlerinin, inkâr, kavram yokluğu ve gevşek, doğallaştırılmış analiz biçimleriyle olan ilişkisi temel meselelerimizden biri olacak. Sömürgeci afazi kavramını eleştirel bir biçimde düşünerek bu kavramın ne tür bir imkân açtığına odaklanacağız. Bunu yaparken, hukukun ve yasal belgelerin, dava dosyalarının bize neler söyleyebileceği üzerine yoğunlaşacağız. Türkiye’de sıklıkla “hukukun üstünlüğü”, “hukuksuzluk” ya da “hukuk devleti” gibi oldukça normatif kavramlarla ele alınan hukuk sahasını, şiddet, mücadele ve müzakere alanı olarak yeniden düşüneceğiz. Bunu yaparken, dava dosyalarını, kanun metinlerini ve iddianameleri okumanın, farklı şekillerde kullanabilecek yasal antropoloji metotlarının, entelektüel ve politik anlamları üzerine birlikte düşüneceğiz.