Aralık ayında Res Publika’da gerçekleştirdiğimiz etkinliğin ardından, 23-24 Nisan’da bir kez daha Ankara’dayız. Bu etkinlikte modernliği farklı perspektiflerden ele alan iki düşünürü, modernitenin en büyük savunucularından biri olan Hegel ile genellikle bir modernite eleştirmeni olarak görülen Weber’i, Hüseyin Deniz Özcan ve Ozan Başdaner’in sunumları çerçevesinde tartışacağız. Bu derslerin ortak amacı, Hegel ve Weber’i rasyonalitenin salt birer savunucusu yahut eleştirmenine indirgeyen tek-yanlı perspektifin ötesine geçerek, ‘rasyonelin iki yüzü’nü kendi düşüncelerinde ayrı ayrı ortaya koyan bu iki yaklaşımın zengin dokusuna nüfuz etmeye çalışmaktır. Etkinliğimiz iki gün sürecek olup katılım ücretsizdir. Etkinliğe katılabilmeniz için kayıt formunu doldurmanız ve kendinize salonda yer bulmanız yeterli olacaktır. Cumartesi günkü dersler Hüseyin Deniz Özcan ile 11.00 -14.00 ve 16.00 - 19.00 saatlerinde iki oturum olarak gerçekleşecektir. 24 Nisan Pazar günü ise yine aynı saatlerde Ozan Baştaner'in oturumları yapılacaktır.
Adres: Barbaros, Büklüm Sokağı No:105 Çankaya/Ankara
Bu seminerde, modern toplumsal yaşamı karakterize eden rasyonalite tipleri ve rasyonelleşme süreçleri, dayattıkları tahakküm yapıları ve içerdikleri özgürleşme imkânları açısından, Max Weber’in çalışmaları aracılığıyla ele alınacaktır. Bu amaçtan yola çıkarak, öncelikle, Weber’in çağın teşhisi ve analizi olarak modern yaşam-alanlarını belirleyen formel rasyonalitenin “demir kafesi” hakkındaki karamsar tablosu betimlenecek; ardından, araçsal aklın tahakkümüne yol açan gayri-şahsi yapıların doğuşunda yaşam tarzlarının oynadığı role ve taşıdıkları özgürlük potansiyeline odaklanılacaktır. Son olarak da, bizatihi rasyonel bir etkinlik olan sosyal bilimin kendisinin, iktidar teknolojisi olmanın ya da çağa ilişkin karamsar bir teşhiste bulunmanın ötesinde; düşünme biçimleri, yaşam tarzları ve birey-üstü yaşam alanları arasındaki ilişkilerden doğacak özgürleşme imkânlarına işaret etme potansiyeline sahip olup olmadığı tartışılacaktır?
Hegel’in muazzam büyüklüğü ve zayıflığı, uzlaşmaz görünen karşıt uçlar arasında kendi edimlerinden önce var olmayan ince bir çizgi (sentezin ipliği) üzerinde dengede durabilmesinden ileri gelir. Tarihsel perspektifi olumsuzun mantığına göre hareket eden dinamik bir metafizik ile sentezleyen Hegel tam da bu sayede, söz gelimi, özne ve nesne, mutlak olan ve göreli olan, doğal hukuk ve pozitif hukuk ya da özgürlük ve itaat gibi çeşitli ikiliklerin ötesine geçmeyi amaçlamıştır.
Hegel düşüncesininin karşıt uçları birer moment kılarak kendine mâl eden bu aşıcı karakteri kendisini Hukuk Felsefesi’nde de gösterir: Hegel’in Hukuk Felsefesi yalnızca hakkın rasyonel zeminini göstermekle yahut hukukun meşru gücünü tesis etmekle mükellef değildir; Hegel’e göre hukuk özgürlüğün edimsel varoluşunu konu edinir ve bu bakımdan Hegelci sistemin ‘nesnel tin’ bölümüne, özü akıl ve özgürlük olan tinin kendisini toplumsal alanda dışsallaştırdığı aşamaya aittir. Dolayısıyla nesnel tin olarak Hukuk, özgürlüğün nesnel varoluşunun adil bir düzene ilişkin normatif alanlar çerçevesinde betimlenmesidir. Fakat Hegel’in özellikle Sittlichkeit bölümünde ele aldığı bu alanların (aile, sivil toplum ve devlet) bireyin özgürlüğünün gerçekleşmesini güvence altına alan rasyonel dayanışma ve etkileşim alanları mı olduğu, yoksa bürokrasinin rasyonel ağırlığını bireyin üzerinde tesis eden tözsel kurumlardan mı oluştuğu pek açık değildir. Görünüşe göre Hegel rasyonelin iki yüzüne de göz kırpmakta fakat nihayetinde tercihini tözsel ve kurumsal olandan yana kullanmaktadır.