André Gide’in edebiyatla ilgili iddiasını – “Kötü edebiyat güzel duygularla yapılır.”- Heidegger, bir adım daha atarak, felsefeye ya da bizzat düşüncenin kendisine taşır: “En güzel duygularla bile felsefe yapılamaz”. Aslında bu yalnızca Heidegger’e özgü bir tavır değildir, genel olarak duygulara, özel olarak ise güzel duygulara karşı alınan bu tavır neredeyse bütün geleneksel batı düşüncesini kateder. Platon tutkuları ruhun bir at arabasını çeken atlarına, aklı ise o arabayı kontrol eden sürücüye benzettiğinde, tutku ile akıl ya da beden ile zihin arasındaki ayrımı çoktan ortaya koymuştur. Ve bu Platonik andan itibaren, felsefenin baskın eğilimi tutkuları, bir diğer deyişle pathos’u düşüncenin ikincil konusu haline getirmek olmuştur. Bu, kimi zaman Platon’un yaptığı gibi pathos ile düşünce arasında açık bir karşıtlık kurmak, kimi zaman da Heidegger veya Bergson gibilerin daha örtük bir biçimde yaptığı gibi pathos’u, tanımlanamaz olması bakımından, logos’un dışında tutmak suretiyle gerçekleşir.
Peki ama gündelik deneyimimizin paranteze alınamaz bir parçası olan tutkular veya pathos gerçekten düşüncenin konusu olmaktan çıkarılabilir mi? Bedensel ya da fikirsel karşılaşmalardan, bu karşılaşmaların doğurduğu duygulardan ya da etkileme ve etkilenmelerden bağımsız bir kavram yaratımı mümkün müdür? Tam da bu noktada, Göçebe Düşünce Derneği olarak gerçekleştireceğimiz bu seneki kış kampında bu problemleri tartışmaya açmaya çalışacağız. Bunu yaparken de bir yandan, duyusallığa alışılmışın dışında bir önem gösteren Kierkegaard’un gündeme getirdiği estetik yaşamın imkân ve imkansızlıklarına odaklanırken; diğer yandan geleneksel Batı metafiziğinin orijininde duran kavramları tersine çevirerek zihin yerine beden üzerinde duran, logos ile pathos arasındaki ilişkiyi bir karşıtlık ilişkisi olmaktan çıkararak onları bir paralelizm etrafında yeniden örgütleyen Spinoza ve Nietzsche gibi filozofları konu edineceğiz. Ve bu felsefi art alanın ışığında, söz konusu edilen “aykırı” kavramsal çerçevenin sanata -özellikle heykel sanatına- olan etkilerini tartışırken; aynı zamanda pathos’un politik içerimlerini, söz gelimi kapitalizmin tutkuları biçimlendirerek kendi rejimine uygun bir arzu politikasını nasıl tesis ettiğini göz önüne alarak tartışmayı genişletmeye çalışacağız.
1-4 Şubat tarihleri arasında Urla Dam’da gerçekleşecek olan kampımıza hepiniz davetlisiniz.
Eğitmenler: Elis Şimson, Meltem Ahıska, Mustafa Çağlar Atmaca, Sercan Çalcı
Elis Şimson - Estetik Varoluşun “Pathos”ları:
Kierkegaard’un Ya/Ya Da’sının Birinci Cildi Üzerine Bir İnceleme
Søren Kierkegaard’un Ya/Ya da’sının ilk cildine odaklanacağımız bu derste etraflıca ele alacağımız kavram “estetik varoluş” olacak. “A” adlı kişinin, stilleri birbirinden çok farklı olduğu için ilk bakışta bölük pörçük ve alakasız gibi görünen çeşitli yazılarının sözde rastgele biçimde bir araya toplanmasından oluşan bu birinci cilt bize estetik varoluşun çok katmanlı bir portresini sunar. Estetin duygulanımlarını, tutkularını, çıkmazlarını, dünyayla ve kendisiyle kurduğu ilişkilerini bu yazılar üzerinden yorumlamaya çalışırken Kierkegaard’un estetik yaşamın imkanlarını ve imkansızlıklarını düşünmeye açmasıyla neyi amaçladığını da sorgulayacağız. Estetin “pathos”larında modern çağın sancılarının semptomları da yatıyor olabilir.
Meltem Ahıska - (Detaylar yakın bir zamanda eklenecek)
Mustafa Çağlar Atmaca - Duyguların Ekonomi Politiği: Tutkulu Çalışma Etiği
Duyguları dikkate almalıyız; arzularımızın, umutlarımızın, korkularımızın, halet-i ruhiyemizin iktidarların birer yatırım alanları olduğunun farkında olmalıyız. Yeni tamamlanmış bir doktora çalışmasının sonuçları üzerine tartışacağımız bu ders de, “duygulanımsal ekonomi” (affective economy) kavramına, kavramın kapitalizmin ekonomik zorunun ürettiği toplumsallığı aşmanın imkânlarını ve sınırlarını anlamadaki katkısına odaklanıyor. Kavram, arzuyu ve duyguları ekonomi-politiğin tam da merkezine koyarak, temelde iki şey söylüyor: (1) Ekonomi, yani üretim ve dolaşım ilişkileri mal ve hizmetlerin yanı sıra duygular ve arzular üretir; (2) duygular ve arzular, herhangi bir ekonomik üretim biçiminin kendini yeniden üretiminin zorunlu unsurlardır.
Bunun için dersin ilk bölümünde öncelikle (Gilles Deleuze, Fredric Lordon, Jason Read gibi düşünürlerin yardımıyla) Spinoza’nın duygular öğretisini ve bu öğretide “conatus”, “arzu” ve “duygulanım” kavramlarının sahip olduğu merkezî rolü, sonrasında bu öğretiyi ve kavramları, yaratıcı ve deneysel bir şekilde mevcut toplumsal ve ekonomik ilişkiler zeminine oturtarak ele almayı deneyeceğiz. Ampirik olarak da günümüzün güvencesizlik ve esneklik ile bezeli, çalışanların arzularına seslenen ve duygularına yatırım yapan (“biz burada bir aileyiz”, “kendi işinin patronu ol”, “sevdiğin işi yap, yaptığın işi sev” gibi mottolar üzerinden de izini sürebileceğimiz), Spinozacı anlamda “pasif neşeli duygular” üreten sinsi ve kurnaz “tutkulu çalışma etiği”nin üstünü örttüğü neoliberal çalışma toplumunu ve bu toplumun duygulanımsal şemasını, patosunu tartışacağız.
Sercan Çalcı - Bengî Dönüşün Politik Ekonomisi
Manfred Meditation adındaki bestesini dönemin ünlü orkestra şefi Hans von Bülow’a gönderen Friedrich Nietzsche, 1872 yılında Bülow’dan gelen mektupta şunları okur: “Manfred Meditation adındaki besteniz fantastik aşırılığın en uç biçimidir; uzun zamandır bir nota kağıdına yazıldığına tanık olduğum en ıslah edilmemiş, en müzik dışı şey.” Bir hayal kırıklığı anı mı? Yaratma deneyleri esnasında yolundan sapan bir estetin kıskıvrak yakalanışı mı? Belki de bu cümlenin içerisinde Dionysosçu felsefe için bir övgü gizlidir. Şu “aşırılık” üzerindeki vurgu “en ıslah edilmemiş” olana doğru güçlenerek; eksikliği, hıncı, farka düşmanlığı örgütleyen, yerleşik değerlere dayalı dünya imajlarını parçalamayı vaat eder ve bizleri bengi dönüş anlatısının o tuhaf sorusuyla karşı karşıya bırakır: Her şey kendisine aynı şekilde ve aynı sıralamayla sonsuz defa dönecek olsa, yine kendin olmayı isteyebilir miydin? Olmakta ve yapmakta olduğun her şeyi bu sorunun karşısına koysan, duygulanımlarını kat eden o yerleşik benlik ekonomisi karşılaşacağı krizi aşmak için hangi kaynakları seferber eder, hangi arzuları örgütlerdi? Ancak soru şimdi yeni bir bağlamda, duygulanım alanını fetheden meta fetişizminin fantazmagoryası bağlamında sorulmaya, çağdaş değerlerin içerisinde bir “kara müjdeci” gibi yankılanmaya, tarih ile sonsuzluk arasında paylaştırılmış kötülüğün bilinçdışı örgütlenmesi düzeyinde yeniden düşünülmeye ihtiyaç duyar. Bir anahtar kavram kendisini duyurur bu soruların çoğalışı içerisinden: Özgür harcama.
Bengi dönüşün politik ekonomisi, Nietzsche’nin “güçler denizi” dediği bu dünyada, biriktirme ile harcamanın -Apollon ile Dionysos’un- çatışmasını ortadan kaldıran, oluşun dur durak bilmezliğini perdeleyen dekadan kültürün sefalet diyalektiğine hapsolmak yerine, zamana aykırı bir bir Nietzsche portresi çizme deneyidir. Bu deney soruyu kendi üstüne katlar ve Nietzsche düşüncesini kendi sınavından geçirir: Bir ve sonsuz kez daha, aynı besteyi aynı delice “aşırılıkla” bestelemek isteyeceğin bir dünyayı seçer miydin, hem de en müzik dışı şey olmak pahasına?
Sorularınız için: info@gocebedusunce.org
+90 5392579886