Göçebe Düşünce Derneği olarak 2022 yazında Gümüşlük Akademi’de gerçekleştirdiğimiz ağustos ayı kamplarımızdan birisi de Edebiyat Kampıydı.
İlginin yüksek olduğu bu kampımızda Heidegger’in otantik yaşam, kaygı ve ihtimam gösterme gibi temel kavramlarından hareketle varlığa dair soruşturmasını teknoloji kavramıyla ilişkisinde ele aldık.
Edmund Husserl'in mantık üzerine olan çalışmalarından itibaren fenomenolojinin ortaya çıkışındaki gerekçeleri ele aldık. Husserl'in transandantal tavrını kateden 'askıya alma' (epokhe) kavramı etrafinda özne-nesne ilişkisini irdeledik.
Elis Şimşon’un dersinde Descartes, Husserl, Kierkergaard ve en nihayetinde Heidegger odağında Adorno’nun burjuva felsefesi eleştirisini ele aldık. Bu anlamda ortaya çıkan üretken yanlış okumaların kaynağındaki ‘ben’ anlayışını odağa alarak derinlikli tartışmalar gerçekleştirdik.
Çağdaş Felsefe kampımızın son dersinde Emre Şan’dan Stiegler odağında gelişen harika bir teknoloji yorumu dinledik. Çağdaş felsefe geleneğine has fikirlerin teknolojiyle kesiştiği alanda, teknoloji iyi midir kötü müdür sorusunun tek yönlülüğünü vurgulayarak işe başladık; dijital ve endüstriyel pratiklerin arkaplanındaki felsefi unsurları görünür kılmayı amaçladık.
Çağdaş felsefenin 19. yüzyılın sonları itibariyle düşüncenin içine girdiği bir kriz ortamının bağrında doğduğu iddia edilebilirse, bugün bu krizleri tespit edip ona yanıt verme becerisinin köreldiği, bir tavrın geliştirilmesinden ziyade meslek erbabı sıfatıyla tanım ve argümanların çoğaltıldığı ve giderek ironi ya da sinizmle karışık bir yorgunluk haliyle aklın ve tarihin sonunun ilan edildiği bir kriz ortamıyla, yani krizlerin kriziyle karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Felsefe, insanlığı sağaltma ya da dünyanın sağlamasını alma gibi “metafizik” görevleri itibariyle değil, ama bu krizlerle başa çıkmanın ancak köklü bir başlangıç için “işe girişme” çağrısına kulak vermekten geçtiğini belirleyebilmesi ölçüsünde “çağdaşlığı” ile tanımlanabilir. Öyleyse “çağdaşı” olunan filozoflar ne kronolojik bir dilimlemeden (modern-öncesi/modern/post-modern felsefe vs.) ne de coğrafi bir bölünmeyi imleyen kısıtlamadan (“analitik” felsefe/kıta felsefesi) ötürü değil, her seferinde düşünülmeye çağrılan dünyanın ve onun krizlerinin yaşadığımız dünya ile ortaklığından ötürü göz önüne alınmalıdır. Bu minvalde “çağdaş” felsefe başlığı, genel hatlarıyla felsefe tarihinin sorgulamaktan imtina ettiği ya da verili varsaydığı problemlere (ölüm, zaman, başkası, hayvan, dil, teknik vs.) ısrarlı bir dadanışa referans vermesi kadar, bu krizlere cevap için felsefenin “işe girişme” hakkını saklı tutmasına ve bu girişimi felsefe mirasının “öğretilerini” değil ama tavrını yeniden canlandırarak yerine getiren bir “akımı”, yani “açık kalmış kapıyı” işaret etmesinde yatmaktadır.
Bu kampta Husserl, Heidegger, Merleau-Ponty, Sartre, Derrida ya da Stiegler gibi figürleri üzerinden çağdaş felsefenin düşünce çağrısını duymaya ve krizlerin yalnızca niceliksel olarak çeşitlendiği değil ama niteliğinin de değiştiği bir dünyaya dair giriştiği sorgulama mirasının bizim için taşıdığı değeri anlamaya çalışacağız.
Eğitmenler: Emre Şan, Elis Şimson, Gaye Çankaya Eksen, Maya Mandalinci, Ufuk Sarı
Tarih: 8-14 Ağustos
Elis ŞİMSON
BİR FELSEFİ GERİLİM HATTI: ADORNO – HEIDEGGER
1931’de yaptığı “Felsefenin Güncelliği” başlıklı konuşmasından 1966’da yayınlanan son kitabı Negatif Diyalektik’e kadar Theodor W. Adorno, düşüncesinin pek çok aşamasında Martin Heidegger’le polemiğini sürdürmüştür. Bu dersteki amacımız, yıllar süren bu felsefi polemiğin kapsamına ve aldığı biçimlere odaklanmaktır. Ayrıca, geleneksel felsefenin transandantal özne kurgusunu hedef alan eleştirilerinde bu iki düşünürün hangi açılardan birbirlerine yaklaştıklarını da tartışmamıza eklemeyi ihmal etmeyeceğiz. Heidegger, Adorno’nun eleştirileri karşısında inatçı bir sessizliğe ve umursamazlığa bürünse de bu iki düşünürü karşı karşıya getirme girişimi bize 20. Yüzyıl Avrupa felsefesinin en önemli kulvarları olan fenomenoloji, ontoloji ve varoluşçuluk ile eleştirel teoriyi birlikte düşünme fırsatı.
Emre ŞAN
Teknoloji Felsefesi Problemleri
Dijital teknolojiler nesnelerle, başkalarıyla ve kurumlarla kurduğumuz pratik ilişkileri ve kendi kendimizle kurduğumuz zihinsel ilişkiyi dönüştürür. Çağdaş teknoloji felsefecileri için zihin teknolojileri eleştirisi felsefi bir problem olarak ortaya çıkar. Bu bağlamda öncelikle Günther Anders’in üçüncü endüstri devrimi çağında teknolojinin tarihin öznesi haline gelmesi argümanını ele alacağız. Ardından Antoinette Rouvroy ve Thomas Berns’in ortaya koydukları algoritmik yönetimsellik kavramını inceleyeceğiz. Antoinette Rouvroy’a göre algoritmik yönetimsellik, siyasete, hukuka ve toplumsal normlara dayanmak yerine büyük veri yığınlarının algoritmik olarak işlenmesiyle kurulan bir toplumsal iktidar biçimidir. Bernard Stiegler’in algoritmik yönetimsellik kavramını yorumlayışı ve ardından bilişsel ve duygusal proleterleşme betimlemesi seminerimizin kuramsal çerçevesini oluşturacak. Bu çerçeve içinde öncelikle ilerleme ve inovasyon ayrımını ele alacağız. Ardından Stiegler’in Kant’ın saf aklın eleştirisine referansla, teknolojik aklın eleştirisi ismini verdiği, yirmibirinci yüzyılda dijital teknolojilerin ve yeni endüstri modellerinin şekillendirdiği düşünme biçiminin krizi fikrini yorumlayacağız.
Gaye ÇANKAYA
Sartre Fenomenolojisine Giriş
Bu derste Jean-Paul Sartre’ın Varlık ve Hiçlik başlıklı fenomenolojik ontoloji denemesine giriş yapmak üzere metnin temel kavramları ve temaları ortaya koyulacak ve Sartre düşüncesinin ontolojik, etik ve politik veçheleri arasındaki bağlantıları ön plana çıkaran bir yorumlama biçimi ile filozofun insan gerçekliği ve özgürlük anlayışı ele alınacaktır.
Maya MANDALİNCİ
Heidegger Odağında: Felsefenin Sonu, Süregiden Sibernetik ve Gelemeyeceğini Bildiren Godot
Heidegger, 1964 tarihli “Felsefenin Sonu ve Düşünmenin Görevi”adlı metninde felsefenin bitimini adeta bir tür sevinç ile duyurur ve bunu bir yenilgiden ziyade felsefenin en uç olanaklılığının belirişi olarak ortaya koyar. Bu son ne bir sönümlenme ne de bir tamamlanma halidir; daha ziyade Heidegger’in felsefesinde önemli bir yer tutan “olanak” fikrinden hareketle burada yeni bir imkân belirir. Kapanış ile açılış bir tür oyun halindedir, felsefenin en uç olanağı -kendi köklü belirlenimlerini kapamak ve onlardan vazgeçmek pahasına- düşünmeyi bir kere daha açığa çıkarmaktadır. Fakat söz konusu devir teslim kolaylıkla cereyan etmez. Burada modern dünyanın ufkunda çoktan belirmiş tehlikeli bir olanaktan söz etmek gerekir. Açıklığı içindeki bir düşünme hali, yerini çoktan tekno-bilimsel yaklaşıma bırakmış gibidir. Sibernetik düşünce; bilgi, veri, iletişim, geribildirim gibi kavramları merkeze alarak insanın eylem ve tavrını tasarlama işine belki de çoktan girişmiştir. Burada felsefe, en uç olanağına taşınmaksızın bilimsel düşüncede çözülüp gitme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Sibernetik düşünce, temelde Heidegger’in genel teknoloji yorumu ile paralel bir biçimde mutlak bir kontrol sağlama isteği ve yeryüzünün tüm çağrılarına kulak tıkama halidir. Buradaki endişe, yeryüzünün yıkıma uğratılmasına ilişkin ekolojik bir kaygıdan ziyade varlığın anlaşılma biçimlerine dair temel bir sorunu imler. Yeryüzünden, onun kendini olduğu şekliyle sergileme gücü ve dahası varlığının en temel “bu ya da şu olmaya direnme” hakkı, zor kullanılarak alınır. Bu tip bir betimleme başta dili bakımından tuhaf ve mistik görünebilir fakat temelde Heidegger’in fenomonolojisi üzerinden anlaşılır hale gelecektir. Konuşmam esnasında hedefim buradaki tartışma ve eleştiriyi açık hale getirmek ve bunun yanı sıra Heidegger’in -bilhassa Varlık ve Zaman’da değindiği- ölüm anlayışını bu geç dönem düşüncelere uyarlamaktır. Bu amaç 2 doğrultusunda şu soruyla bitirmek yerinde olacaktır: Ölümle açılan olanaklılık sorusu felsefenin sonu, teknoloji eleştirisi ve ölümsüzlerin kurtuluşumuzdaki rolü hakkında bize ne söyleyebilir?
Ufuk SARI
Şeylerin kendilerine dönmek nasıl mümkün?
Edmund Husserl'in fenomenolojisine rehberlik eden ve onun Kartezyen meditasyonlar tarzında öznenin deneyimine dönüşünü gerekçelendiren bir felsefe fikri vardır: sağlam ya da evrensel bir bilim olarak felsefe. Peki dünyayı baştan aşağı kuşatabilme iddiasını taşıyan pozitif bilimlerden başka dünya üzerine söylenecek “bilimsel” söz Husserl için ne anlama gelmektedir? Fenomenolojinin “dünyanın varoluşu varsayımını askıya alma” ya da “şeylerin kendilerine dönme” yöntemi ile yeni tarz “bilimselliği” arasındaki ilişki tam olarak nedir? Bu sorulara Husserl’in verdiği cevabı izlerken, fenomenolojinin yaşamsız bir aşkınlık (fizik biliminin dünyası) ve dünyasız bir içkinlik (Kartezyen felsefenin öznesi) ikiliğinin ötesine geçerek felsefi aktiviteye her seferinde nihai konusunu verecek bir alan açma girişimi olduğunu, ve bu girişimin dünyayı deneyen yaşam ile yaşamın denediği dünya bağlılığının ortaya serilmesinden geçtiğini göstermeye çalışacağız. Diğer yandan “akıl” ve “varlık” arasında olduğu tespit edilen bu bağlılığın “tarihsellik” fikri ufkunda yeniden keşfi ile Husserl’in son eserlerinde Kartezyen olmayan bir yolda hangi adımları attığını ve bu tarihsellik keşfinin felsefe etkinliğinin kendisine hangi yeni anlamları verdiğini göstermeyi deneyeceğiz.
*Bu programa kayıt olduğunuz takdirde aynı hafta gerçekleşecek Edebiyat ve Nietzsche kamplarıının derslerine de katılabilirsiniz. Yaz kampları hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için Yaz Kampları sayfamızı inceleyebilirsiniz başka sorularınız için:
info@gocebedusunce.org
+90 536 963 94 31